Yoksul Kunduracı
Geçmiş zamanların birinde yaşlı bir adam ve karısı eski bir kulübede yaşarlarmış. Yaşlı adam kulübesinin bir odasında ayakkabı yaparak geçimini sağlarmış. Bir gün ayakkabıcı, yaptığı ayakkabıları satarak kazandığı paraya deri almış. Aldığı deri ancak bir ayakkabı yapılacak büyüklükteymiş. Deriyi masasının üzerine bırakmış. Sonra kapısını kapatıp odasına çekilmiş. Sabah olduğunda ayakkabıcı gözlerini açmış. Yatağında oturup gerinmiş. […]
Geçmiş zamanların birinde yaşlı bir adam ve karısı eski bir kulübede yaşarlarmış. Yaşlı adam kulübesinin bir odasında ayakkabı yaparak geçimini sağlarmış. Bir gün ayakkabıcı, yaptığı ayakkabıları satarak kazandığı paraya deri almış. Aldığı deri ancak bir ayakkabı yapılacak büyüklükteymiş. Deriyi masasının üzerine bırakmış. Sonra kapısını kapatıp odasına çekilmiş.
Sabah olduğunda ayakkabıcı gözlerini açmış. Yatağında oturup gerinmiş. Yapacağı ayakkabıyı aklında şekillendirmiş. Sonra yataktan kalkıp kahvaltısını etmiş. “Artık işe koyulma vakti geldi” diyerek dükkanının kapısını açmış. Bir de ne görsün! Akşamdan ayakkabı yapmak için masanın üzerine bıraktığı derinin yerinde çok güzel bir çift ayakkabı durmaktaymış.
Ayakkabıcının şaşkınlıktan gözleri faltaşı gibi açılmış. Ayakkabılar o kadar güzelmiş ki ayakkabıcı hemen onları camın kenarına koyup müşteri beklemeye başlamış. Az sonra giyiminden kuşamından zengin olduğu belli olan bir müşteri kapıdan içeriye girmiş.
– İyi günler, ben şu camın önünde duran ayakkabıları almak istiyorum. Fiyatı önemli değil. Hayatımda gördüğüm en güzel ayakkabılar bunlar, diyerek ayakkabıları iyi bir fiyattan almış.
Ayakkabıcı yaptığı satıştan mutlu hemen gidip iki çift ayakkabı yapmaya yetecek kadar deri almış. Deriyi getirip masasının üzerine bırakmış. Daha sonra gidip yatmış.
Sabah kalkar kalkmaz hemen dükkanına koşmuş. Kapıyı açtığında masanın üzerinde bu sefer iki çift harika ayakkabı durmaktaymış. Ayakkabıcı çok sevinmiş. Ayakkabıları alıp camın kenarına yerleştirmiş. Ayakkabıları çok geçmeden iyi bir fiyattan satmış.
Hemen gidip daha çok deri almış. Tabi bu arada ayakkabıları kimin yaptığını da çok merak ediyormuş. Aldığı derileri masasının üzerine bırakıp yatağına çekilmiş.
Sabah masasının üzerinde bir yığın ayakkabı durmaktaymış. Ayakkabıcı bu ayakkabıları da hemencecik satıvermiş.
Artık kazandığı para ile uzunca bir süre geçimlerini sağlayabilecekmiş.
Kazandığı paraların bir kısmına yine deri almış. Masasının üzerine bırakmış. Fakat ayakkabıcı bu birbirinden güzel ayakkabıları kimlerin yaptığını öğrenmek için de can atıyormuş.
Gece dükkanda saklanıp ayakkabıları yapanları öğrenmeyi kafasına koymuş.
İşi bitince dükkandan çıkmayıp bir dolabın içerisine saklanmış. Vakit gece yarısı olduğunda dükkanın kapısı açılmış. İçeriye minik cinler girmeye başlamış.
Cinler, dans ederek derilerin yanına gidip başlamışlar kesip biçmeye. Kesilen deri parçaları yapıştırılmış, boyanmış, bağcıkları takılmış. Cinler işlerini öyle çabuk bitirmişler ki az sonra dükkanda, sayısız ayakkabı durmaktaymış. İşlerini bitiren cinler, yine geldikleri gibi dans ederek çıkıp gitmişler.
Ayakkabıcı saklandığı yerden çıkmış. Hemen karısının yanına koşup gördüklerini anlatmış. Karısı da duyduklarına inanamamış, kendilerine ayakkabıları yapan cinlere teşekkür etmeyi kararlaştırmışlar. “Nasıl yapsak nasıl etsek de cinlerin yaptığı iyiliğe karşılık versek” diye düşünmüşler.
En sonunda hazırladıkları yiyecekleri masanın üzerine bırakmışlar.
Ertesi sabah dükkanda yiyeceklerden eser yokmuş. Yiyeceklerin yerinde ise daha önce kimsenin görmediği güzellikte ayakkabılar duruyormuş.
Cinler o günden sonra bir daha gelmemişler. Yaşlı ayakkabıcı ise kazandığı paralarla ömrünü yoksulluk çekmeden geçirmiş. Ayakkabıcı minik ayakkabı cinlerini her hatırladığında minnet duyuyormuş.
Kimbilir? Belki onlar şu anda başka bir yerlerde, geceleri dans edip ayakkabı yapıyorlardır.